Her zaman Şükretmesini Bilmeliyiz” Delikanlı annesinin sofraya getirdiği bulgur pilavını görünce, yüzünü buruşturdu. “Hep aynı şeyler anne ya bıktım. Tarhana, pilav, hoşaf. Başka bir şey yok mu bu evde.”
Anne sofraya yemekleri koyduktan sonra: “Oğlum ne yapalım? Elimizde ki imkanlar bu kadar, şükret hâline aç değiliz açıkta değiliz.Paramız var mı ki istediğimiz herşeyi alalım, çeşit çeşit yemekler yapalım.”
Çocuk gözlerini kıstı, dudaklarını büktü, arkadaşlarından bahsetmeye başladı. “Komşumuzun oğlunu biliyorsun anne, Evlerinde çeşit çeşit yemek çıkıyor. Okul arkadaşlarımında öyle, öbürü de diğeri de öyle. Hiç birinin cebinden harçlığı eksik olmuyor. Benim onlardan farkım ne? Bıktım bu parasızlıktan, o yok bu yok, yok yok yok.”
Annesi üzüntü bir sesle: “Oğlum, bu elimizde olan bir şey mi? Baban sonunda iyi kötü bir iş buldu. Kazancıyla kıt kanaat geçinip gidiyoruz. Hem sen başkalarına ne bakıyorsun? Onlar kadar zengin değiliz ki biz. Bak sağlığımız yerinde, kimseye muhtaç değiliz. Bizden ne kötü durumda olanlar var.”
Çocuk hışımla sofradan kalktı; “Ben bu yemeği yemiyorum. Hep aynı yemekler. Bıktım. Pantolon desen yamalı yırtık! Gömlek desen eski püskü! Yeter ya. Neden olmuyoruz, neden olamıyoruz ya? Pilavmış, para yokmuş. Herkes hayatını yaşıyor, biz sürünüyoruz.” “Oğlum. Nereye böyle?”
Annesine boş gözlerle baktı, cevap vermedi. Kapıyı çektiği gibi çıktı. Elleri cebinde ayaklarını sürüyerek çıktı evden. Zavallı anne evladının sözlerine üzülerek içini çekti önce.Sonra yanaklarına doğru birkaç damla yaş süzüldü. Peşinden bir hıçkırık. Sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Kadın üzüntüsünden tek bir lokma bile yiyemedi.
Söylene söylene parka kadar gelmişti oturacak bir yer baktı ve bankın birine oturdu. En azından biraz kendine gelirdi. Gözleri, ucu yırtılmak üzere olan ayakkabısına takıldı. Bu sırada bir çocuk yanına yaklaştı; “Boyayayım abi” dedi. Başınıkaldırıp çocuğu inceledi. Elleri kapkaraydı. Elbiseleri lime limeydi.
Lastik ayakkabıları vardı. Çocuk tekrar; “Hişt abi. Boyayalım mı?” “Param yok ki, Hem şuna baksana, boyanacak neresi kalmış?” Boyacı çocuk yanına oturuverdi. Onun bezgin ve üzgün tavırlarını görünce konuşmaya başladı. “Kötü bir şey mi oldu abi, hayırdır üzgün görünüyorsun?”
Derdini soran bir dost bulmak O’nu sevindirmişti. Anlatmaya başladı derdini, içini döktü. Boyacı işini bıraktı, onu dinledi sonra; “Hayatımız birbirine benziyor abi. Üstelik babam da yok benim. Evin tek erkeğiyim. Ama hâlimden şikâyetçi değilim.
Buna da şükür. Sabahtan öğleye kadar okula gidiyor, okuldan gelince de boya sandığını alıp buralara geliyorum. Günde 1015 ayakkabı boyuyorum. Az çok bir şey geçiyor elime. Kazandığımı da evin masraflarına harcıyoruz. Hâlimize şükrediyoruz. Sonuçta bizden beter olan da var, değil mi? Gidiyorum abi, İstersen ayakkabını boyayayım, para almam.”
“Sağ ol, başka zaman inşallah.” Boyacı giderken arkasından baktı ve o an fark ettiği durum karşısında şok olmuştu. Ayakları engelliydi topallayarak, yürüyordu. Oysa kalkıp gidene kadar bunu hiç fark etmemişti.
O an ister istemez gözleri kendi ayaklarına gitti, koşabildiği, atlayıp zıplayabildiği, sapasağlam ayaklarına baktı. Babasız ve engelli bir çocuğun ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için gösterdiği bunca azim ve irade karşısında utandı.
Kendi kendine; “Ne kadar da aptalım” diye hayıflandı.”Boyacının hâline bak, şu halinde bile boyacılık yapıyor, para kazanıyor, bir de ev geçindirmeye çalışıyor. Bana ne oluyor? Yok, zengin olmakmış, yok para bulmakmış. Hem ben çalışmıyorum da. Rahatlığı bulmuşum, daha fazlasını istiyorum. Bana ne arkadaşlarımdan, ondan bundan.”
Böyle düşündüğüne sevindi. İçi rahatlamış bir şekilde doğruldu. Hafiften kararmaya yüz tutmuştu hava. Başını önüne eğip: “Annemi bugün çok üzdüm, kalbini kırdım. Gidip gönlünü alayım, elini öpeyim” Ve acıktığını hissetti o an. Canı bulgur pilavı istiyordu.
Bu değişikliğe hayret etti. Adımlarını sürüyerek, hâlinden utanç duyarak, fakirliğe isyan ederek geldiği yoldan, şimdi pişman bir şekilde, haline şükrederek koşa koşa eve geldi. Hemen koşup annesine sarıldı; “Annem affet beni kalbini kırdım, özür dilerim”
Ana yüreği bu hiç evladına dayanabilir mi? Sanki hiç bir şey olmamış gibi yüzünde güller açıverdi;
“Oğlum, nasıl gittin, nasıl geldin ne oldu sana böyle?” deyince çocuk, “Hiç, senin yemeklerini özlediğimi fark ettim, hadi koyda yiyeyim çok açıktım.”