Hz. Süleyman (as) zamanında bir adam pazarda Azrail (as)’ı görür. Azrail dikkatle ve hayretle adama bakmaktadır. Adam kendisini (canını) almaya geldiğini düşünerek telaş ve korkuyla Hz. Süleyman’ın yanına varır. Azrail’i gördüğünü söyleyerek, korktuğunu ve kendisini, emrindeki rüzgar ile çok uzak diyarlara, ta Hindistan’a atmasını rica eder. Bunun için yüksek bedel ödemeye de hazırdır.
Hz. Süleyman olacakla öleceğe çare olmadığını anlatsa da zengin ama cahil adam ısrarcı olur ve ricası kabul olunur. Rüzgar adamı alır ve çok kısa sürede Hindistan’a kadar götürür.
Uzun bir zaman sonra Hz. Süleyman ile Azrail yeniden karşılaşır. Konu rüzgarla Hindistan’a giden adama gelir ve Hz. Süleyman adamın akibetini sorar. Azrail cevaplar;
“Yüce Allah bana ertesi gün o adamın canını Hindistan’da almamı emretmişti. Ben buraya başka bir canı almak için geldiğimde bir baktım ki adam burada. Ne yaparsa yapsın bir günde Hindistan’a gidemez diye düşündüm. Oysa ertesi gün Hindistan’a gittiğimde bir baktım ki adam orada. Aldım canını. Meğer senden ricacı olmuş da rüzgarla çabucak gidivermiş oraya.”
Hz. Süleyman şöyle demiş;
“Gaybı, eceli, kıyameti bilen sadece Allah’tır. Hikmetinden sual olmaz, kudretinden şüphe olmaz. Canı veren de alan da O’dur. Bizler O’nun melekleri, elçileriyiz. O ise gerçek Malik ve Melik’tir. O herşeyi bilen ve herşeyi görendir.”
O vakit her ikisi de gerçek ilim ve kudret sahibi Allah’a bir kez daha tesbih ve secde etmişler, büyüklüğüne delil bu olayla yaratış ve yönetişin tek ve gerçek sahibi Allah’a şükretmişler.
Bu misalde yıllar boyu insanlara örnek olmuş, kulaktan kulağa dolanmış durmuş.